
GELİŞİM AKSAMALARI
Aksamış gelişim ile aksamış büyüme arasında fark vardır; çünkü birinci durumdaki parçalar büyümelerini sürdürmekle birlikte, eski durumlarını korur. Çeşitli yaradılış aykırılıkları (monstrosity) bu başlık altında toplanır; ve bazılarının, örneğin yarık damağın, arada bir soyaçekimle iletildiği bilinmektedir. Vogt’un anılarında belirttiği gibi, ufak kafalı doğuştan-aptalların (microcephalous idiot) aksamış beyin gelişimini anmak, amacımıza elverecektir.
Böyle kimselerin kafatasları daha küçüktür ve beyinlerinin kıvrımları normal insandakinden daha az karmaşıktır. Alın sinüsü, ya da kaşlar üzerindeki çıkıntı, büyük ölçüde gelişmiştir ve çeneleri alabildiğine çıkıntılıdır; öyle ki, bu doğuştan-aptallar, insan soyunun aşağı tiplerini biraz andırmaktadır. Zekâları ve zihinsel yetilerinin pek çoğu aşırı zayıftır. Konuşma yeteneğini edinemezler, sürekli dikkat gösteremezler, ama benzenmeye (imitation) pek düşkündürler. Kuvvetli ve göze çarpar ölçüde etkindirler, hiç durmadan hoplayıp zıplarlar ve yüzlerini ekşitirler. Merdivenleri çoğu zaman dört ayak üzerinde çıkarlar, ağaçların ve çeşitli nesnelerin tepesine tırmanmaya aşırı düşkündürler. Bu, bize, aşağı yukarı bütün oğlanların ağaçlara tırmanmayı pek sevdiğini düşündürmektedir. Gene bu, bize, kuzuların ve oğlakların (koyun ve keçi, kökenlerinde dağsal [alpine] hayvanlardır), tepelerde, küçük bir tepe de olsa, oynaşmayı pek sevdiğini anımsatmaktadır. Doğuştan-aptallar, başka bazı bakımlardan da, aşağı hayvanlara benzerler. Yiyeceği her lokmayı ağzına atmadan önce, dikkatle koklayan bir doğuştan-aptal görülmüştür. Bitlenirken, elleri ile birlikte ağzını da sık sık kullanan bir doğuştan-aptal bilinmektedir. Doğuştan-aptalların genellikle iğrenç alışkanlıkları vardır ve utanma duyguları yoktur; vücudun göze çarpar ölçüde kıllı olduğu birkaç örnek bildirilmiştir.
ATAYA DÖNÜŞ (REVERSİON)
Burada verilmesi gereken örnekler, bundan önceki başlık altında da verilebilirdi. Bir yapılışın gelişimi aksamışsa, ama aynı grubun daha aşağı bir üyesinde kendisine karşılık olan yapılışa pek benzeyinceye kadar büyüyorsa, bu, bir anlamda, ataya dönüş durumu sayılabilir. Bir gruptaki aşağı üyeler, o grubun ortak atasının umulur yapılışı konusunda bize bir bilgi verir. Embriyonal gelişiminin erken evresinde durdurulmuş bir parça, şimdiki ayral (istinai) ya da aksamış yapılışı normal olsa idi, sonunda kendine özgü görevi yerine getirebileceği gibi büyümesi gerekirdi, yeter ki varlığının erken aşamalarının birinde bu gücü kazanmış olsun. Ufak kafalı bir doğuştan-aptalın basit beyni, maymununkine benzediği ölçüde ve bu anlamda, bir ataya dönüş örneğidir denebilir. Ataya dönüş konusu içinde ele alınması çok daha yerinde olan başka örnekler de vardır. İnsanın bulunduğu grubun aşağı üyelerinde düzenli olarak ortaya çıkan belirli yapılışlar, normal insan embriyonunda bulunmamakla birlikte, arada bir insanda da belirir; ya da, insan embriyonunda normal olarak varsa, anormal bir gelişim gösterir; ama bu gelişim, grubun aşağı üyelerinde normal olan biçimdedir. Aşağıdaki örnekler, bu söylenenleri daha iyi aydınlatacaktır.
Çeşitli memelilerde, dölyatağı (uterus), keselilerde (marsupialia) olduğu gibi iki ayrı ağzı ve geçidi olan ikili bir organdan, aşamalı olarak, yukarı maymunlarda ve insanda olduğu gibi, tek bir organa dönüşür. Yukarı maymunlarda ve insanda, küçük bir iç kıvrım ayrı tutulursa, dölyatağının çift olduğunu gösteren hiçbir iz yoktur. Kemiricilerde (rodents), bu iki sınır durum arasındaki bütün aşamaların eksiksiz bir dizisi görülür. Dölyatağı, bütün memelilerde, basit ve ilkel bir tüpten gelişir; bunların alt kesimleri, boynuzları (cornua) oluşturur. Dr. Farre şöyle demektedir: “Dölyatağının gövdesi, insanda, iki boynuzun (cornua) alt uçlarının birleşmesi ile olur; oysa orta kesimin ya da gövdesinin bulunmadığı hayvanlarda, boynuzlar birleşmemiş olarak kalır. Dölyatağının gelişimi ilerledikçe, iki boynuz azar azar, tümü ile yitinceye dek kısalır, ya da dölyatağı gövdesine katılır.” Dölyatağının köşeleri, aşağı maymunlar ve makimsiler (lemures) gibi yukarı hayvanlarda bile, hâlâ, boynuzlar uzatmaktadır.
Kadınlarda, olgun dölyatağında boynuzların bulunduğu, ya da dölyatağının kısmen iki organa bölündüğü sapkın (anornal) durumlara hiç de seyrek rastlanmamaktadır; ve böyle durumlar, Owen’a göre, belirli kemiricilerin (rodents) vardığı “yoğunlaştırıcı (concentrative) gelişim basamağının” yinelenmesidir. Burada, belki de embriyonal gelişimin basit bir aksaması ile onu izleyen büyümenin ve yetkin görevsel gelişimin bir örneği ile karşı karşıyayız; çünkü kısmen çift olan dölyatağının her iki yanı da, gebelikteki özel görevini yapabilecek durumdadır. Başka ve seyrek görülen durumlarda, her birinin özel ağzı ve geçidi bulunan iki ayrı dölyatağı boşluğu oluşmuştur. Embriyonun olağan gelişimi sırasında böyle bir aşama geçirilmez; ve basit, küçük, ilkel iki tüpün, her birinin iyi yapılmış bir ağzı ve geçidi olan ve her biri sayısız kaslar, sinirler, bezler ve damarlar ile donatılmış iki ayrı dölyatağı oluşturmayı bilmesine (böyle bir deyim kullanılabilirse) inanmak, o iki tüp daha önce, bugün yaşayan keselilerde (marsupialia) olduğu gibi, buna benzer bir gelişim yolundan geçmiş olmasaydı, çok güç olurdu. Kadınlardaki anormal çift dölyatağı gibi yetkin bir yapılışın yalnızca rastlantı sonucu olabileceğini kimse ileri süremez. Ama çok eskiden yitirilmiş yapılışların yeniden ortaya çıkmasını sağlayan ataya dönüş ilkesi, pek uzun bir zaman aralığından sonra bile, onun eksiksiz gelişimine kılavuzluk edebilir.
Prof. Canestrini, bu örneklerle birlikte onlara benzer çeşitli örnekleri de tartıştıktan sonra, aynı sonuca varmaktadır. Prof. Canestrini, bazı dört-ellilerde ve başka memelilerde normal olarak iki parçalı olan elmacık kemiğini başka bir örnek olarak eklemektedir. İki aylık insan dölütündeki elmacık kemiği bu durumdadır; ve gelişimin aksaması ile, ergin insanda da, özellikle çenesi çıkıntılı olan aşağı ırklarda, bazen öyle kalmaktadır. Bundan dolayı, Canestrini, insanın eski bir atasında, bu kemiğin normal olarak iki parçalı olması gerektiği, daha sonra bu iki parçanın birbiri ile kaynaştığı sonucunu çıkarmaktadır. İnsanda alın kemiği tek parçalıdır, oysa embriyonda ve çocuklarda ve aşağı yukarı bütün aşağı memelilerde, belirgin bir eklemle ayrılmış iki parçadan yapılıdır. Bu eklem, insanda, bazen erginlikten sonra da epey belirgin kalmaktadır. Canestrini, bu eklemi, yeni kafataslarından çok, kazılarda çıkmış kısa tipteki (brachycephalic) eski kafataslarında gözlemiştir. Burada da, elmacık kemiği örneğinde vardığı aynı sonuca varmaktadır. Bunda ve şimdiye dek verilen öbür örneklerde, eski ırkların, belirli ıralar bakımından, aşağı hayvanlara çağdaş ırklardan daha çok yaklaşmasının nedeni, sonuncuların, o uzun soy çizgisi üzerinde, eski yarı-insan atalarından biraz daha uzakta bulunmaları olsa gerektir.
Ayrı ayrı yazarlar, insanda, yukarıda anılanlara az-çok benzeyen başka sapkınlıkları birer ataya dönüş olarak değerlendirmektedirler; oysa bunlar, hiç de kuşkulu görünmemektedir, çünkü böyle yapılışların normal olarak varolduğunu bulmadan önce, memeliler serisinde son derece aşağılara inmemiz gerekmektedir.
İnsanda, köpek dişleri, çiğnemeye yarayan yetkin araçlardır. Ama onların gerçek köpeksel ırası (canine character), Owen’ın belirttiği gibi, “küt bir uçla sona eren, dışa doğru tümsek ve içte düz ya da yarı-çukur olan, bu yüzeyinin tabanında küçük bir çıkıntı bulunan diş tacının konik biçiminden anlaşılmaktadır. Konik biçim, koyu renkli ırklarda, özellikle Avustralyalılarda, pek belirgindir. Köpek dişinin kökü, kesici dişlerinkinden daha derin ve kuvvetlidir.” Bununla birlikte, bu diş, insanda, düşmanlarını ya da avlarını parçalamaya yarayan özel bir silah olmaktan çıkmıştır; bundan dolayı, özel görevi bakımından, güdükleşmiş sayılabilir. Büyük bütün insan kafatası dermelerinde (collection), Häckel’in gözlediği gibi, bazı kafataslarında, köpek dişinin, tıpkı insan-biçimli maymunlardaki gibi (ama onlardakinden daha az), öbür dişlerden epey çıkıntılı olduğu görülür. Bu durumlarda, bir çenedeki dişler arasında, karşıt çenedeki köpek dişlerinin sığacağı boşluklar bırakılmıştır. Wagner’in resmini çizdiği bir Kafir (Kaffir) kafatasında, bu ara boşluk, şaşılacak kadar geniştir. İncelenmiş eski kafataslarının, yenilere oranla ne denli az olduğu düşünülürse, en az üç örnekte köpek dişlerinin büyük ölçüde çıkıntı yapması ve Naulette çenesindekilerin aşırı iriliği, ilginç bir olgudur.
İnsan-biçimli maymunlarda yalnız erkeklerin tam gelişmiş köpek dişleri vardır; ama dişi gorilde ve daha az olmakla birlikte dişi orangutanda, bu dişler, öbürlerine oranla epeyce çıkıntılıdır; bundan ötürü, bana kesinlikle bildirildiği gibi, kimi kadınların epey çıkıntılı köpek dişleri olması, onların erkekte arada bir büyük ölçüde gelişmesinin maymuna-benzer bir ataya dönüş durumu olduğu inancına karşı ciddi bir itiraz değildir. Kendi köpek dişlerinin biçiminin ve onların başka insanlarda arada bir büyük ölçüde gelişmesinin, çok eski atalarımızın bu korkunç silahlarla donatılmış olmasından ileri geldiği inancını küçümseyerek reddeden kimse, alaylı gülümseyişi ile, görünüşe göre kendi soy çizgisini açığa vuracaktır. Çünkü bu dişleri silah gibi kullanmayı tasarlamıyor ve buna gücü yetmiyor ise de, “hırlama kaslarını” (Sir C. Bell onları böyle adlandırmaktadır) bilinçsiz olarak kasıp, saldırmaya hazır bir köpek gibi dişlerini gösterecektir.
Dört-ellilere (quadrumana) ya da öbür memelilere özgü birkaç kas, arada bir insanda da gelişir. Prof. Vlacovuch, kırk erkek kadavrasını incelemiş ve bunların on dokuzunda, istchio-pubic adını verdiği kası bulmuştur. Üç kadavrada ise, bu kas birer bağ (ligament) ile temsil edilmekteydi. Geri kalan on sekiz kadavrada, söz konusu kastan hiçbir iz yoktu. Aynı kas, otuz kadın kadavrasının yalnız ikisinde, vücudun iki yanında gelişmişti, üçünde ise güdük bir bağ bulunuyordu. Bundan ötürü, bu kasın erkekte dişiye oranla çok daha yaygın olduğu anlaşılmaktadır. Ve insanın aşağı bir biçimden türediği inancına göre, bu olgu kolayca anlaşılabilmektedir; çünkü bu kas aşağı hayvanların birçoğunda bulunmakta ve hepsinde de, çiftleşme sırasında ve yalnız erkeklerde işe yaramaktadır.
Bay J. Wood, değerli yazı dizisinde, insanda görülen ve aşağı hayvanlardaki normal yapılışları andıran pek çok kas değişimini ayrıntılı olarak anlatmaktadır. En yakın hısımlarımız olan dört-ellilerde (quadrumana) düzenli olarak bulunanlara benzeyen kaslar burada sayılamayacak kadar çoktur. İyi gelişmiş bir kafatası olan sağlam yapılı bir erkek kadavrasında, çeşitli maymunlara özgü kasları temsil eden yediyi aşkın kas değişimi gözlenmiştir. Örneğin, bu adamın boynunun iki yanında, aslında bütün maymun çeşitlerinde bulunan ve insan kadavralarının aşağı yukarı altmışta birinde görüldüğü söylenen gerçek ve kuvvetli bir “levator claviculae” vardı. Gene bu adamda, “Prof. Huxley’in ve Bay Flower’ın bütün yukarı ve aşağı maymunlarda bulunduğunu gösterdikleri bir kas, beşinci ayak parmağının tarak kemiğinin özel bir uzaklaştırıcısı (abductor) vardı”. Yalnızca iki örnek daha vereceğim: Acromiobasilar kas, insandan aşağı bütün memelilerde bulunmakta ve dört ayak üzerinde yürümekle karşılıklı-ilişkisi var gibi görünmektedir. Ve bu kas, aşağı yukarı altmış insan kadavrasından birinde vardır. Bay Bradley, insanın her iki ayağında da, birer abductor ossis metatarsi quinti bulmuştur. Bu kas, o zamana dek insan soyunda gözlenmemişti, ama insan-biçimli (anthropomorphous) maymunlarda hep vardır. El ve kol kasları –ki bunlar, daha çok insana özgü parçalardır– aşağı hayvanlardaki uygun kaslara benzeyecek biçimde değişmeye doğuştan ve pek yeteneklidir. Böyle benzerlikler ya tam ya da eksik olur; ama ikinci durumda, bunların geçiş özelliği gösterdiği bellidir. Belirli değişimler erkekte, öbürleri ise kadında daha yaygındır. Bunun için herhangi bir gerekçe gösteremiyoruz. Bay Wood, sayısız değişimler üzerinde durduktan sonra, şu anlamlı sözü söylemektedir: “Kas yapılışlarının olağan tipten dikkate değer sapmaları, genel ve bilimsel anatominin gereği gibi kavranması için pek önemli olan ve bilinmeyen bir etkeni gösterdiği kabul edilmek gereken yollar ya da yönler izlemektedir.”
Bu bilinmeyen etkenin, varlığın eski bir durumuna dönüş olduğu, en büyük olasılık gibi kabul edilebilir. Aralarında hiçbir genetik bağlantı yoksa, bir insanın yediyi aşkın kası bakımından, anormal olarak ve yalnızca rastlantı ile belirli maymunlara benzeyebileceğine inanılamaz. Öte yandan, insan maymuna benzer bir yaratığın soyundan geliyorsa, binlerce kuşak sonra, belirli kasların birdenbire yeniden ortaya çıkmaması için geçerli hiçbir gerekçe gösterilemez. Bunun gibi, atlarda, eşeklerde ve katırlarda, yüzlerce ve belki de binlerce kuşak sonra, bacaklarda ve omuzlarda, birdenbire ve yeniden koyu renkli şeritler belirir.
Ataya dönüşün bu çeşitli örnekleri birinci bölümde anlatılan güdük organlarla öylesine sıkı sıkıya ilişkilidir ki, bunların birçoğu, hiç umursanmadan, orada olduğu gibi burada da sunulabilirdi. Böylece insandaki boynuzlu dölyatağı (uterus), aynı organın belirli memelilerdeki normal durumunun güdük bir temsilcisidir denebilir. Bazı güdük parçalar, örneğin her iki eşeydeki kuyruk kemiği (os coccyx) ve erkek eşeydeki memeler, insanda hep vardır; oysa bazıları, örneğin supracondyloid foramen (delik), arada bir ortaya çıkar ve bundan ötürü, ataya dönüş başlığı altında sunulabilir. Bu çeşitli ataya dönüşsel (reversionary) yapılışlar, tam anlamı ile güdük olan yapılışlar gibi, insanın aşağı bir biçimden türediğini apaçık göstermektedir.