
DEĞİŞMİŞ KOŞULLARIN DOLAYSIZ VE BELİRLİ ETKİLERİ
Bu, pek çetrefil bir konudur. Değişmiş koşulların, her çeşit organizmada, biraz ve bazen epeyce etkisi olduğu yadsınamaz; ve ilk bakışta, yeterince zaman bulunursa, sonuç hep bu olabilir gibi görünmektedir. Oysa, bu sonucu destekleyen açık kanıt bulmayı başaramadım; ama hiç değilse özel amaçlar için uyarlanmış sayısız yapılışlarla ilgili olarak, bunun tersini destekleyen sağlam kanıtlar ileri sürülebilir. Bununla birlikte, değişmiş koşulların, bütün oluşumu oldukça biçimlendirilebilir (plastic) duruma getiren kararsız bir değişkenliğe aşağı yukarı sınırsız bir ölçüde yol açtığından kuşkulanılamaz.
ABD’de, son savaşta hizmet etmiş 1.000.000’u aşkın erin ölçüleri alındı, doğdukları ve yetiştikleri yerler saptandı. Bazı yöresel koşulların boyu doğrudan doğruya etkilediği anlaşıldı; ve “fiziksel büyüme çağının geçirildiği eyaletin ve ataların doğdukları eyaletin, boy üzerinde göze çarpar etkisi bulunduğunu” öğrendik. Örneğin, “büyüme çağı boyunca batıdaki eyaletlerde yaşamanın boyda uzamaya yol açtığı” saptandı. Öte yandan, “on yedi ve on sekiz yaşlarındaki karacı ve denizci erlerin boyları arasındaki büyük farktan” da anlaşıldığı gibi, denizcilerin yaşayışı, büyümeyi kesinlikle yavaşlatmaktadır. Bay B.A. Gould, bu etkilerin niteliğini araştırmaya çalışmış, ama yalnızca olumsuz sonuçlara varmıştır; yani etkilenmenin iklimle, denizden yükseklikle ve geçim koşullarının iyiliği ve kötülüğü ile bile, “görülür” bir ilişkisi olmadığı sonucuna varmıştır. Bu, Fransa’nın farklı kesimlerinden olan erlerin boyları konusunda Villermé’nin vardığı sayılama sonuçlarının tam karşıtıdır. Aynı adalarda yaşayan Polinezyalı başkanlar ile aşağı tabakalar, ya da aynı okyanustaki bitek topraklı yanardağsal adaların ve verimsiz mercan adalarının yerlileri, ya da geçim araçlarının çok farklı olduğu doğu ve batı Ateş Ülkesi kıyılarının yerlileri arasındaki boy farkları karşılaştırılırsa, daha iyi beslenmenin ve daha rahat yaşamanın boyu etkilediği sonucuna varmaktan kaçınılamaz. Ama yukarıda söylenenler, bu konuda kesin bir sonuca varmanın ne denli güç olduğunu göstermektedir. Dr. Beddoe, kentlerde oturmanın ve belirli işlerde çalışmanın, Britanyalıların boylarının kısalmasına yol açtığını bu yakınlarda göstermiştir. Dr. Beddoe, ABD’de olduğu gibi, bu sonucun belirli bir ölçüde kalıtsal olduğu sonucunu çıkarmaktadır. Bundan başka, “fiziksel gelişiminin doruğuna ulaşan ırkın, ahlak yüceliği ve enerji bakımından da doruğa yükseldiği”ne inanmaktadır.
Dış koşulların insan üzerinde dolaysız başka bir etkisi olup olmadığı bilinmemektedir. İklim farklarının göze çarpar bir etkisi olması beklenebilir; çünkü akciğerler ve böbrekler düşük sıcaklıkta, karaciğer ve deri ise yüksek sıcaklıkta daha çok çalışmaktadır. Eskiden, ışığın ve sıcaklığın, derinin rengini ve saç ırasını belirlediği sanılırdı. Bunların etkili olduğu yadsınamazsa da, bugün, aşağı yukarı bütün gözlemciler, bu etkinin, birçok kuşak boyunca sürdükten sonra bile, çok az olduğunda anlaşmaktadırlar. Ama bu konu, çeşitli insan ırkları üzerinde durulurken daha ayrıntılı tartışılacaktır. Soğuğun ve nemin evcil hayvanlarımızda kıl büyümesini doğrudan doğruya etkilediğine inanmak için kanıtlar vardır, ama bu konuda insanla ilgili herhangi bir kanıta rastlamadım.
PARÇALARIN DAHA ÇOK KULLANILMASININ VE KULLANILMAMASININ ETKİLERİ
Bireylerde, kullanmanın kasları kuvvetlendirdiği ve hiç kullanmamanın, ya da ilgili sinirin iş görmez duruma gelmesinin kasları zayıflattığı çok iyi bilinmektedir. Göz kör edilince, görme siniri çoğu zaman körelmektedir. Bir atardamar bağlanırsa, yan dallarının çapları büyümekle kalmayıp çeperlerinin kalınlığı ve gücü de artmaktadır. Böbreklerden biri iş görmez duruma gelince, öbürü irileşmekte ve iki kat iş yapmaktadır. Ağır yük taşımak, kemiklerin yalnız kalınlaşmasına değil, uzamasına da yol açmaktadır. ABD Komisyonu, son savaşa katılan denizci erlerin bacak uzunluğunun, karacılarınkinden, 5,5-25,6 mm daha uzun olduğunu bildirmiştir. Oysa denizciler, ortalama olarak daha kısa boylu kimselerdi; kolları 27,9 mm daha kısaydı ve bu, onların daha kısa olan boylarına göre, bir oransızlıktı. Kolların daha kısa olması, besbelli daha çok kullanılmaktandı ve beklenmedik bir sonuçtu; ancak, gemiciler kollarını yük kaldırmak için değil, özellikle yük çekmek için kullanmaktadırlar. Denizcilerde boyun çevresi ve ağım* yüksekliği daha büyük, oysa göğüs, bel, kalça çevresi daha küçüktür.
Aynı yaşama alışkanlıkları birçok kuşak boyunca izlenseydi, yukarıda anılan değişiklikler kalıtsallaşır mıydı kalıtsallaşmaz mıydı bilinmiyor; ama kalıtsallaşmaları beklenirdi. Rengger, Payaguas Yerlilerinin ince bacaklarını ve kalın kollarını, birbirini izleyen kuşaklar boyunca aşağı yukarı hep kayıklarında ve bacaklarını kımıldatmadan yaşamalarına yormaktadır. Buna benzer durumlarda başka yazarlar da Rengger’inkini andıran sonuçlara varmışlardır. Uzun zaman Eskimolarla birlikte yaşamış olan Cranz’a göre, “yerliler, fok avlamadaki (bu, onların en yüce sanatı ve artamıdır) ustalık ve üstünlüğün kalıtsal olduğuna inanmaktadır; bunda biraz gerçek payı vardır; çünkü ünlü bir fok avcısının oğlu, babasını çocukluğunda yitirmiş olsa bile, bu alanda kendini göstermektedir.” Ama bu örnekte vücut yapısı kadar kalıtsal olduğu görülen, doğal bir zihinsel yetenektir. İngiliz işçilerinde ellerin, doğumda, aydınlarınkilerden daha büyük olduğu ileri sürülmektedir. El ve ayak gelişimi ile çenelerin gelişimi arasında, hiç değilse bazı durumlarda bulunan karşılıklı-ilişki (correlation) yüzünden, el ve ayakları ile çok çalışmayan sınıflarda, çeneler küçülebilir. Çenelerin, uygarlaşmış ve incelmiş insanlarda, ağır iş gören insanlardakinden ya da yabanıl insanlardakinden genellikle daha küçük olduğu kesindir. Ama Bay Herbert Spencer’in söylediği gibi, yabanıl insanlarda, çenelerin kaba ve pişmemiş yiyeceklerin çiğnenmesinde daha çok kullanılması, çiğneme kaslarını ve onların bağlandığı kemikleri doğrudan doğruya etkiler. Bebeklerde, doğumdan çok önce, ayak tabanı derisi, vücudun herhangi bir kesimindekinden daha kalındır; ve bunun uzun bir kuşaklar dizisi boyunca basıncın etkilerinin soyaçekimle iletilmesinden ileri geldiği söz götürmez.
Saatçıların ve oymacıların kolayca uzak-görmez (miyop), oysa daha çok kırlarda yaşayan kimselerin ve özellikle yabanıl insanların genellikle yakın-görmez (hipermetrop) olabildiğini herkes bilir. Uzak-görmezlik ve yakın-görmezlik, elbette kalıtsallığa eğilimlidir. Avrupalıların, yabanıl insanlara oranla, görme duyusu ve öbür duyular bakımından aşağılığı, kuşkusuz, kuşaklar boyunca azalmış kullanmanın birikmiş ve soyaçekimle iletilmiş etkisidir; çünkü Rengger yabanıl Hintliler arasında yetişmiş ve bütün ömürlerini onlarla birlikte geçirmiş Avrupalıların, duyularının keskinliği bakımından onlara erişemediğini birçok kez gözlediğini söylemektedir. Aynı doğa bilgini, kafatasında, çeşitli duyu organlarının yerleşmesine yarayan oyukların, Amerikalı yerlilerde, Avrupalılardakinden daha büyük olduğunu gözlemiştir. Ve bu, belki de organların kendi büyüklüklerinde buna karşılık olan farkı göstermektedir. Amerikalı yerlilerin kafataslarında burun boşluklarının büyük olduğuna Blumenbach da dikkati çekmekte ve bu olguyu onların koklama duyularının keskinliğine bağlamaktadır. Pallas’a göre, Kuzeydoğu Asya yaylalarında yaşayan Moğolların duyuları şaşılacak kadar yetkindir; ve Prichard’a göre, Moğollarda, kafatasının elmacık kemikleri kesiminde pek geniş olması, onların çok gelişmiş duyu organlarından ileri gelmektedir.
Quechua Kızılderilileri, Peru’nun yüksek yaylalarında yaşarlar; ve Alcide d’Orbigny, hep pek çok seyrelmiş hava soludukları için, göğüslerinin ve akciğerlerinin olağanüstü genişlemiş olduğunu bildirmektedir. Akciğer gözeleri de Avrupalılarınkinden daha büyüktür ve daha çok sayıdadır. Bu gözlemlerden kuşkulanılmıştır; ama Bay D. Forbes, onlarla hısımlığı bulunan ve 3.000-4.500 m yükseklikte yaşayan birçok Aymara’nın ölçülerini almıştır; bana bildirdiği sonuç şudur: Aymaralar, vücut çevresi ve uzunluğu bakımından, Bay D. Forbes’un gördüğü bütün ırklardan göze çarpar ölçüde farklıdır. Onun ölçüm tablosunda, her adamın boyu 1.000 olarak alınmış ve öbür ölçümler bu standarda göre düzenlenmiştir. Tabloda, Aymaraların açılmış kollarının Avrupalılarınkinden kısa ve zencilerinkinden ise çok daha kısa olduğu görülmektedir. Bacaklar da daha kısadır; ve ölçüsü alınan her Aymara’da şu garip özellik görülmektedir; uyluk kemiği (femur), kaval kemiğinden (tibia) daha kısadır. Ortalama olarak, uyluk kemiği uzunluğunun kaval kemiği uzunluğuna oranı 211/252’dir. Oysa aynı oran, aynı zamanda yapılmış ölçümlere göre, Avrupalılarda 244/230 ve zencilerde 258/ 241’dir. Pazı kemiği (humerus) de ön kol kemiğine oranla daha kısadır. Gövdeye en yakın olan bu kemiğin kısalması, Bay Forbes’un bana söylediği gibi, büyük ölçüde artmış gövde uzunluğuna göre bir dengelenme (compansation) durumudur. Aymaralar başka yapılış gariplikleri de göstermektedirler, örneğin topukları çok az çıkıntılıdır.
Bu insanlar soğuk ve yüksek yurtlarının iklimine öylesine iyi uymuşlardır ki, önceleri İspanyollar onları doğudaki alçak ovalara sürünce ve sonraları, yüksek ücretlerle kandırılıp altın yıkamak için aşağılara indirildikleri zaman, korkunç oranda ölmüşlerdir. Bununla birlikte, Bay Forbes, iki kuşak boyunca sağ kalmış su katılmadık birkaç aile bulmuştur ve bu ailelerde, onların ayrıcı özelliklerinin hâlâ soyaçekimle iletildiğini gözlemiştir. Ama bütün bu özelliklerin azalmış olduğu, ölçümsüz bile belli olmaktaydı; ve ölçüm, vücutlarının, yüksek yaylalarda yaşayan Aymaralarınki kadar çok uzamamış olduğunu gösteriyordu; oysa uyluk kemikleri, kaval kemikleri gibi, az da olsa uzamıştı. Gerçek ölçümler, Bay Forbes’un anılarına başvurularak görülebilir. Bence, bütün bu gözlemlerden çıkan sonucun şu olduğundan kuşkulanılamaz: Birçok kuşak boyunca denizden çok yüksekte yaşamak, vücut oranlarında kalıtsal değişiklikler olmasına dolaylı ya da dolaysız yol açmaktadır.
İnsan, varlığının sonraki aşamalarında, parçaların daha çok kullanılması ya da kullanılmaması ile çok değişiklik geçirmemiş olabilir, ama sayılan olgular, onun bu yöndeki doğal niteliğini yitirmediğini göstermektedir. Ve aynı yasanın aşağı hayvanlar için de geçerli olduğunu kesinlikle biliyoruz. Ve bundan, çok eski bir çağda, insanın atalarının bir geçiş aşamasında bulunduğunu, dört-ayaklılıktan iki-ayaklılığa dönüşmekte olduğunu, vücudun çeşitli parçalarının artmış ya da azalmış kullanımının doğal seçmeye belki büyük ölçüde yardım ettiğini çıkarabiliriz.